25 Ocak 2013 Cuma

YEDİ DİLEK



Geçtiğimiz yıl Konstantinopolis’de okur yazar oranında müthiş bir artış oldu. Neden derseniz yüzyıllardır pek çok bilim insanına ve sanatçıya ev sahipliği yapmış ülkemizde bu yıl prenses Eda Liza okula başladı. Al sana artı bir! Ayrıca Lady Agi ve ben, Kraliçe Erika’nın hikayelerini Konstantinopolis Türkçesine çevirmeye başladık. Olduk mu üç kişi ! Kısacası bu sene Konstantinopolis’in edebiyat dünyasında büyük değişiklikler oldu.

Üstelik rakamsal değişiklikler de var. Mesela Prenses Eda Liza yedi, bendeniz ve Lady Agi otuzdokuz yaşında olduk. Küçük Prenses Leyla Nora bile artık beş buçuk yaşında! Kısacası yaşadığımız yılların sayısında da gözle görülür bir artış var...

Bu yıl, Eda Liza bildiği harfleri yanyana getirmekle birlikte, okuduğu kitapların sayısını çoğaltırken, ben hayatımdaki mutlu anları arttırma derdine düştüm. Bu dertle kentin nicedir gizli kalmış en eski yerleşim yerlerini keşfetmeye gittim. Bütün yaz Batonea kenti kalıntıları arasında dolanıp, Akdeniz dünyasının en güzel malzemelerinden olan terra sigillata adı verilen olağanüstü zarafette kaplarla tanıştım. Onlarla yap boz oynar gibi oynadım, uzun uzun zaman geçirdim. Bu güzel malzemeler Batonea limanına da acaba kral Theodosius zamanında mı geldiler  diye gün ortası hayallerine bile daldım.

Ben Konstantinopolis’in yıkıntıları arasında gezerken, prensesler babaları Piri Altuğ Reis ve anneleriyle Akdeniz’de yelken açtılar, Halikarnassos’da gezdiler ve hatta uzun bir süre de Macaristan’daydılar.

Döndüklerinde pek görüşemedik çünkü ben uzak bir ülkeye doğru yola çıktım….

UZAK ÜLKE

Uzak ülkeleri çok severim. Aslında uzak ülkeleri değil, beni gündelik sıkıntılardan uzaklaştıran her şeyi ve herkesi çok severim. Mesela kahveyi, yelkenlileri, küçük prensesleri, insanı olduğu yerden alıp bulutlara çıkartabilen müzikleri  ve içi macera dolu kitapları… Tadı damakta kalan meyveleri ve o meyvelerden yapılan ev pestillerini falan.

Uzun yıllardan sonra tekrar gittiğim o uzak ülkede kocaman bir nehir vardı. Nehir yüzyıllardır kentin tam ortasından geçiyor ve taaa okyanusa kadar upuzun bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla yol alıyordu. Bunu ben de yaptım! Elime bir gelincik aldım ve nehrin kıyısında uzun bir yürüyüşe başladım. Bu yürüyüş tam on gün sürdü. On gün!

On günün sonunda elimde yaprakları dökülmüş bir gelincik sapıyla başladığım noktaya döndüğümde gerçekten çok yorulmuştum. Tam mızmızlanmaya başlayacaktım ki küçük kırmızı bir yengeç koşarak yanıma geldi ve bana arpa suyundan üretilmiş harika bir içecek sundu.

“Çok cömertsiniz, soylu bir aileden olmalısınız” dedim.” Bu içecek enfes!”

“Yok canım, sadece kalbinizin sesini duydum, biraz arpa suyu size iyi gelir diye düşündüm” dedi.

“Eh, peki madem, teşekkür ederim” dedim.

Gelincik sapını nehre attım. Kırmızı yengeçle vedalaştım. Havalimanına doğru yola çıktım. Beni almaya gelecek olan balon gecikmişti. Tam homurdanıyordum ki, o geldi! Ejderham! İnanılmaz sevindim. Nereden biliyordu ki benim uzak ülkede olduğumu?

Daha sorumu içimden henüz geçirmiştim ki, kafamın içinde bir ses duydum. Ses “ben seninle ilgili herşeyi biliyorum!”dedi. Güldüm. Bavulumu ejderhanın sırtına yükledim. Sonra  ben de atladım. Yavaş yavaş yükseldik. Evler, arabalar, insanlar, ağaçlar bir bir küçüldüler… Sonunda o kadar yükseldik ki, ayışığının aydınlattığı bulutlar arasında yol almaya başladık. Kulaklarımda sadece en sevdiğim ses; saçlarımın rüzgarda söylediği ninni vardı. Gözlerimi kapattım, dudaklarımı kapattım, kollarımı ejderhamın boynuna sıkı sıkı doladım ve kalbimi açtım. O anda soru geldi:

“Nehir yolculuğun nasılsın? “ diye sordu içimdeki ses.

“İyiydi galiba, müthiş bir keşif yaptım” dedim.

“Neydi keşfettiğin?”

“Mutlu olma potansiyelimi”

“Peki gelinciği neden suya attın?”

“Bunu onsuz da yapabileceğimi anladım” dedim.

Başını çevirip bana baktı. Gülüştük!

Tam da o sırada Konstantinopolis’e varmıştık. “Önce kuleye gidelim” dedim. “Prensesleri o kadar özledim ki! Hem biliyor musun Eda Liza’nın doğumgününe çok az kaldı.”

“Elbette biliyorum” dedi.“Ona bu yıl ne vereceksin?”

“Cömert Ağacı vereceğim; karşılık beklemeyen, koşulsuz  sevginin kitabını. Ve bu gezegendeki her yılı için bir ağaç hediye edeceğim, yedi küçük, körpe fidan, tıpkı onun gibi!”dedim.

Ejderham gülümsedi, “peki sen okudun mu kitabı?”

“Evet”

“Anladın mı?”

“Hımm, sanırım”

“Peki neden ona vereceksin?”

“Benim kadar geç kalmasını istemiyorum. Çok mutlu olsun istiyorum ” dedim.

Kuleye geldik!
KONSTANTİNOPOLİS’DE YEDİNCİ YIL KUTLAMALARI!

Lady Agi ile okula kızları almaya gittik. Yol boyunca “hediyeyi tahmin et” oyunu oynadık.  Eve geldiğimizde harika bir sofra hazırlandı. Piri Altuğ Reis, Leyla Nora, Prusya Kralı… hepimiz oradaydık. Cömert Ağaç gecikmişti ama prensese yedi fidanı verdim.

Yedi dileğim vardı onun için:

Huzurlu bir ruh

Sağlıklı bir beden

Bereketli sofralar

Yaratıcı fikirler

Merhametli bir kalp

Macera dolu yolculuklar

Ve pek çok dost!

SENFONİK ESER

O gece Konstantinoplis’de ilginç bir ses duyuldu. Söylentiye bakılırsa Prenses Eda Liza, kocaman bir ejderha ve kırmızı saçlı bir kadınla kulenin banyosunda ellerini ağzına dayamış pırtlama sesleri çıkartarak eğleniyordu!  Neden olmasın ki? Eğlenmek prenseslerin, ejderhaların ve kızmızı saçlı kadınların da hakkıydı. Konstantinopolis yüzyıllardır pek çok müzik duymuştu ya, o gece kulaklarına inanamadı!

Prenses Eda Liza’ya Prenses Leyla Nora ile ilgili bir sır verdim. Artık bu dünyada sadece ikimizin bildiği bir sır var.  Zaman hızla aktı ve sonunda prenses sır tutabilecek kadar büyüdü…

Majeste çok yaşayın, önceliğiniz daima kendi mutluluğunuz olsun!


17 Ocak 2013 Perşembe

Yaratıcı drama ile okuma atölyesi

Yapı Kredi Kültür Merkezinde Tomurcuk ve Sevecen Mevsimler Kitabından Yaratıcı drama ile okuma atölyesi
''Kardan Baykuş Çıkarsa'' Çiğdem Odabaşi ile



 Detayları aşağıdaki linkte bulabilirsiniz

www.ykykultur.com.tr





10 Ocak 2013 Perşembe

Evde meyve pestili nasıl yapılır?


Evde meyve pestili nasıl yapılır?

Pestil, Anadolu topraklarında uzun yıllardır çok iyi bilinen ve gayet de sağlıklı bir tatlı. Bizim ülkede, yani Macaristan’da ise ancak yeni yeni keşfediliyor. En azından benim çocukluğumda böyle bir tatlı hiç hatırlamıyorum. Olsaydı unutmazdım!
Oysa şimdilerde Macaristan'daki  pek çok evde meyve kurutma makinesi de var. Benim pestil maceram bir memleket ziyareti sırasında annem sayesinde başladı. Birlikte birçok tarif denedik ve hem biz hem de çocuklar elde ettiğimiz sonucu afiyetle yedik. Sonra eve, yani İstanbul’a döndük. Ve tabii ortalıkta meyve kurutma makinesi yoktu. (Eskiden ekmek makineleri de öyleydi yaaa, Budapeşte’de bol bol ev ekmeği yiyince İstanbul’da sadece anlatması kalırdı, sonra her eve ekmek makinesi girdi, ve şimdi ben şahsen hiç kullanmıyorumJ) Pestilimize geri dönersek: biz de Elvan ile hazırladığımız (daha doğrusu bütün meyveleri Elvan soydu ve dilimledi, bana sadece miksere koyma işi kaldı:-) ilk meyve karışımını fırına koyduk ve heyecanla beklemeye başladık ve bekledik, bekledik, bekledik, akşam oldu yattık, sabah oldu uyandık, pestilimiz hala yumuşaktı! Bu arada bütün çabalarımızı canı gönülden destekleyen eşimin  elektrik faturasının ne kadar geleceğinden hiç haberi yok. Tabii o an bunları düşünmüyorum, sadece sonuç gözümün önünde; annemde yediğimiz pestillerin  tadı ağızımda ve herkese fırından çıkacak pestilin ne kadar muhteşem olacağını anlatıyorum.
Yine akşam olunca artık dayanamadım, fırını kapattım, ilk ‘fırın pestilimi’ çıkardım ve sonuç tabii hayal kırıklığı. Görünüş olarak korkunç olduğunu söyleyebilirim, ama tadı fena değildi. Özellikle eşime ikram ettim, harcadığım elektrik karşılığında telafi edeyim diye. Hiç itiraz etmediği gibi bayıla bayıla yedi!
O günden beri tarifimiz iyice oturdu ve artık rahatlıkla size sunabiliriz.

MALZEMELER
Bir normal tepsi büyüklüğünde olan pestil için
600-700 g meyve karışımı (temizlenmiş, çekirdekleri çıkartılmış)

10 OCAK 2013 ARADA BİR AİLE YOGASI DİYORUM AMA ACABA BU NEDİR?

10 OCAK 2013 ARADA BİR AİLE YOGASI DİYORUM AMA ACABA BU NEDİR?
Öncelikle “aile yogası” denilen şey ne yazık ki benim icadım değil. “Ben buldum, ben buldum!” diyor ya, beyin, Pınar Beyaz reklamında, bu şahane şeyi “ben buldum!” diyemiyorum. Sadece yoganın “Aile Yogası” halini en az çocuk yogası kadar hatta belki azıcık daha fazla severek uyguladığımı söyleyebilirim.

Aile yogası dersleri vermeye başlamama Ankara’da yaşayan ve kendisi de yoga eğitmeni olan bir arkadaşım sebep oldu. Hiçbir dersimi görmemesine rağmen yapacağım çalışmaya kefil olup, ki o güne kadar aile yogası derslerini ne görmüş, ne de denemişliğim vardı, kendi derslerini bana devretti!

İki defa onu izleme şansım oldu. Ardından aldım sazı elime. Önceleri kaygılı ve tutuktum, bunu kabul ediyorum. Fakat dikkatimi kendimden, çocuklara ve ailelere kaydırınca inanılmaz gözlemler elde etmeye başladım. Her derse acaba bugün neler yaşanacak diye heyecanla gitmeye başladım.

Annelerin davranışları aklıma takılan pek çok soruya ayna tutuyordu. Tabii her birinin olumlu olduğunu söyleyemem. Yine de ne şans ki, ders ve sorular çok doyurucu cevaplara rastlıyordu.

Çocuk serbest alan istiyordu! Yetişkin kendi düşünmek zorunda kalmadığı ama çocuğuyla planlayıp paylaşabileceği kaliteli bir zaman… Gerçekten kendi kurduğu bir oyunda olmak istiyordu çocuk. Eşit hak arayışındaydı. Boyu kısa ve küçük bir canlıydı ama daha az akıllı değildi! Ona yarım akıllıymışcasına davranan büyükler, yani bizlerdik yarım akıllı olan!Anne, baba ve ben bunu açıkca görüyorduk! Gözlem birrrr.

Noel ve beigli

Noel, cevizli ve haşhaşlı beigli


Evet, aslında iki hafta önce kutlamıştık, ama nedense bu tarif biraz yaramaz olduğu için yazmaya elim gitmedi. Evet, un, şeker ve yumurta da içeriyor!
Gelenekleri ve bayramlarımızı Macar ailemizden uzak kutluyoruz ama mesafeleri yaramazlık yaparak telafi edilebiliyoruz. :)

Bayramlar içinde benim en çok önemsediğim hala Noel, çünkü ailemin çocukluğumda bana yaşattıkları çok derin bir iz bıraktı. Bütün aralık ayı boyunca süren heyecan, hazırlıklar, annem ve babam arasındaki gizli konuşmalar, saklanan hediyeler, kardeşimle dolaplarda uzun uzun aradığımız ve sonra annemlere belli etmeden tükettiğimiz Noel ağacı şekerleri (ve tabii şekerlerin azaldığından annemin mutlaka haberi oluyordu, çünkü hep yedekliyordu).
24 Aralık‘ta babamla hep dışarı çıkartılırdık ve o sırada da annem gizli gizli Noel ağacını süslerdi. Büyüdüğümüzde bu işi babamla ve kardeşimle devam ettirdik. Tam hatırlamıyorum kaç yaşıma kadar İsa’nın bütün hediyeleri ve Noel ağacın getirdiğine inandım, ama şimdi kızlarımın saflığını görünce, ben de herhalde 7-8 yaşımdan sonra anlamıştım işlerin farklı yürüdüğünü.. Tabii Macaristan’da bütün yaşıtlarımız Noel mucizelerine inanıyordu, ve kimse bizi tereddüte sürüklememişti. İstanbul’da ve şimdiki çocuklarla bu iş çok daha zor.

Beigli’yi herkes Noel’den yada Paskalya’dan birkaç gün önce hazırlar. Bunun sebebi hem yapımının uzun sürmesi, hem de ertesi gün tadının çok daha güzel olması. Ben de ilk beiglilerimi anneme yardım ederek yapmıştım. Güzel bir tarif bulana kadar bayağı seneler geçti, (bu arada annemin tarifi de güzeldi, ama hamuru piştikten sonra hep çatlıyordu:)

Bu tarifi seneler önce internette buldum ve defterime not ettim. Ondan sonra da hep bu nota göre hazırladım. Şimdi haksızlık olmasın ve kaynağını göstereyim diye internette aradım yine. Aynı tariften birkaç tanesi değişik sayfalarda çıktı, şimdi hangisi orijinal bilemiyorum: sutigyar.hu daha önceydi yada rtlbulvar.hu ?
Tarifi ilk gördüğümde ben de çok şaşırdım, gramajlar çok değişik geldi; ama sonucu görünce uğraşmaya değdi.

Zencefilli portakal-mandalina-nar suyu


Zencefilli portakal-mandalina-nar suyu


Şimdi, mutfağımızdaki bütün malzemeler taze ve hazır elimizin altındayken onlardan faydalanmak hem çok kolay hem de bu mevsimde vücudumuzun ihtiyacı olan vitaminlerle dolu oldukları için gerçekten çok faydalı.

Portakal’dan fışkıran sağlık!
Portakal sindirime yardımcı olmasının yanı sıra iştah açıcı ve kan temizleyici özelliğine sahip. Öksürüğe karşı da oldukça etkili. Sadece suyunu içmeyip meyveyi bütün olarak tükettiğimizde kabuğun iç kısmında yer alan beyaz yumuşak dokunun içerdiği pektin sayesinde yağların emilmesi bloke oluyor ve kolesterolu düşüyor! Mandalina, portakal ve limon gibi bütün turunçgilleri düzenli tükettiğimizde bu meyvelerin suyu midemizdeki bir enzimin (GSHS-tranferaz) etkisini destekleyip, kanserojen maddelerin zararlı etkisini azaltıyor.
Ayrıca, annelerle paylaşmak isterim; çocukların yemesi kolay olduğu için daha çok tercih ettikleri mandalina hemen hemen portakalla aynı etkilere sahip!

ARKADAŞ PASTA İLE ARKADAŞ OLDUK!


Bugün Yaramaz Teyzeler olarak Pofuduk Bezler* ve Arkadaş Pasta** ile  ilk “ciddi” iş toplantımızı yapmaya çalıştık. Çalıştık diyorum zira o kadar tatlı ve güzel bir sohbet oldu ki, kendimizi değerli bir dostumuzu ziyaret etmiş gibi hissettik. Aslında buna çok da sevindik, çünkü zaten bütün istediğimiz tam olarak bu; yaptığımız işlerin hepsinde huzurlu ve samimi bir duygunun içinde olmak.

Ne kadar şanslıyız ki, şimdilik her şey tam da istediğimiz gibi ilerliyor. Güzel insanlarla tanışıyor, işini iyi yapanları gördükçe daha da büyük bir istekle ilerliyoruz.

Arkadaş Pasta ve Pofuduk Bezler bizden çok daha deneyimli ve büyük bir oluşum. Kurucuları olan hanımlar tıpkı Agi ve benim gibi iki yakın arkadaş. Son üç yıldır Melal Hanım yoluna Berna Hanım olmaksızın devam ediyor ancak arkadaşlıkları elbette bu yol ayrımından etkilenmemiş. Berna Hanım şimdilerde Yaşam Koçu olarak sürdürüyormuş  yolculuğunu . Biz bugün kendisini görmedik ama ilk fırsatta onu da tanımayı çok istiyoruz.

Arkadaş Pasta ile başlayan yolculukları  zaman içinde Pofuduk Bezler’in de yaratan bu değerli hanımlar öyle sevimli işler üretmişler ki, bence sayfayı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Mesela pek çok defa değerli bir dostumuz bebek sahibi olduğunda hem anlamlı ve estetik, hem de işe yarar bir hediye almak için düşünüp duruyor, sonunda bir altın alıp gidiyoruz değil mi? Oysa Pofuduk Bezler tam bu noktada kenara atılmayacak; hem kullanılıp, hem de keyifle hatırlanabilecek tasarımlar sunuyor. Bu tasarımları belli ki severek yapıyorlar çünkü kurdelalardan tutun da, çiçek gibi yerleştirilmiş mini mini çorapçıklara, bulut gibi battaniyelere kadar her şey özenle seçilmiş. Hiç üşenmeyip Bursa’ya kadar giderek en iyi tekstil ürünlerini, en uygun rakamlara bulmak için emek harcamışlar.

8 Ocak 2013 Salı

SARIMSAK EFSANESİ


Asklepios, Yunan Mitolojisi'nde tıbbın ve sağlığın tanrısı olarak bilinir. Tanrı Apollon ve Teselya Kralı’nın kızı Koronis'in oğludur.

Koronis ve Apollon  sevişirler. Koronis  bu birliktelikten gebe kalır. Ne var ki, tanrının çocuğunu karnında taşırken Arkadya’dan gelen bir yabancıyı da yatağına alır. Bu haberi tanrıya kutsal kuşu  karga verir. Apollon kız kardeşi Artemis'i Koronis'i cezalandırmak üzere görevlendirir. Artemis kadını bir odun yığınının üzerinde diri diri yanmaya mahkûm eder. O ateş öyle büyüktür ki, bir zamanlar bulutlar gibi ak olan karga tüyleri, o günden sonra is karası rengi olur. Kadın alevler üzernde can vermek üzeredir ki; Apollon çocuğunu Koronis’in karnından alır. Çocuğu yetiştirmesi için at adam Kheiron’a verir. Bu olay hekim-tanrının son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir. Asklepios’a hekimlik sanatını öğreten Kheiron bütün at adamlar gibi doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre; Kheiron’un açık havada, güneşin altında şifalı otlardan ve sulardan yararlanma yollarını bilmesi de gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Asklepios böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini edinir. Asklepios, elindeki asasını (ki bu asa da bugün bildiğimiz, tıbbın simgesi olan yılan dolanmış asadır.) yanından hiç ayırmaz, gittiği her yere onu da götürür, yorulduğu zaman da ondan destek alır.

Zamanla daha ileri giderek, ölüleri bile diriltmeye çalışır. Bunun sırrını efsane şöyle açıklar: Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios’a vermiştir. Gorgo’nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan varmış. Asklepios bu şifalı kanla ölüleri diriltme yoluna gitmiş. Ancak insanların ölümsüz olması fikri hem Zeus'un iktidarını sarsmış, hem de yeraltınının tanrısı Hades'i çok kızdırmış. Ve Hades kardeşini bir şeyler yapması konusunda kışkırtmış, Zeus da Asklepius'un başına bir şimşek fırlatarak onu öldürmüş. Derler ki o an Asklepius'un elinde reçete yazılı olan kâğıt toprağa düşmüş ve yağan yağmurla üzerindeki yazılar toprağa karışmış. Oradan da her derde deva sarımsak bitmiş. Apollon da, Zeus’a yıldırımları bağışlayan Kykloplar’ı öldürerek, oğlunun öcünü almış.

Asklepios’un yok oluşundan sonra hekimlik sanatını kızı, Hygieia (Yunanca sağlık anlamına gelir) ve oğulları Asklepiades adında bir lonca düzeni içinde sürdürmüşlerdir. Atina'da, Bergama'da, İstanköy Adası’nda, İzmir'de Asklepios adına tapınaklar kurmuşlardır. Bergama'da asclepion adıyla bilinen sağlık sitesi antik Yunan dünyasındaki üç büyük sağlık sitesinden biri olarak kabul edilir.

Asklepios efsanesine Anadolu'da yapılan bir katkı da şudur; aynı hikâye Lokman Hekim içinde anlatılır. Çünkü insanoğlunun en büyük arzularından biri olan ölümsüzlüğün sırrını aramak pek çok kültürde vardır.

Asklepios'un yılanlı asası hekimliğin  ve tıbbın sembolüdür. Zira yılan yeraltının tüm sırlarını bilir… Bakınız Şahmaran Efsanesi. Asklepios'un diğer simgeleri: Çam kozalakları, defne dalları, keçi ve köpekdir.