14 Mart 2013 Perşembe

Ev Yapımı HİNDİSTANCEVİZLİ GRANOLA yani Müsli



Bu tarifin orijinal versiyonunu geçtiğimiz sömestr tatilinde Budapeşte’ye gittiğimde katıldığım workshopta Gitta ile beraber yaptık. Gitta daha önce hazırladığı karışımdan bize tadımlık ikram etti ama sonra granolanın kutusunu bizden nasıl kurtardı orasını hiç hatırlamıyorum!
Size vereceğim tarife daha önce denediğim bir granolanın tadından esinlenerek 1-2 malzeme de ben ekledim.
Bu tarifle elde edeceğimiz granolayı kahvaltılık müslimiz olarak, meyve suyuna yada  yoğurda koyabiliriz. Tadı damakta kalacak kadar güzel olan bu karışım, öğlene kadar ihtiyacımız olan enerjiyi sağladığı gibi, içerdiği enzimlerle bedenimiz için çok doğru bir seçimdir. Böylece güne doğru bir  besin tüketmenin huzuruyla devam edebiliriz.

Malzemeler:
(2 tepsi için)
550 gr kuruyemiş (ceviz, badem, kaju)
100 gr filizlendirilmiş karabuğday
350 gr taze meyve
100 gr kuru üzüm ve/veya yaban mersini
3 yemek kaşığı bal
150 gr yulaf ezmesi
150 gr hindistancevizi rendesi
isteğe göre baharat (tarçın, zencefil, vanilya, kakao, fırından çıktıktan sonra çikolata parçacıkları de ekleyebiliriz)

12 Mart 2013 Salı

ÇİĞ KETEN TOHUMU EKMEĞİ


İlk yediğimde eğer yapılışını görmemiş olsaydım, ekmek olmadığına inanamazdım. Ve gerçekten çok aç hissetmeme rağmen sadece  2 ince dilim saatlerce tok tutmuştu.
‘Ekmeğimizin’ ana maddesi keten tohumu mini minnacık olmasına rağmen etkisi çok büyük. Antik Çağ’ın en ilginç toplumlarından Mısırlılara göre tanrıların ilk yarattığı bitki keten tohumuymuş. İnsanlar, yüzlerce yıl süren deneyimleri sonucunda bu çok değerli tohumu nasıl kullanabildiklerini iyice öğrenmişler. Sapından kumaş, tohumundan ilaç hazırlamışlar. Sonrasında içindeki yağı çıkartmışlar ve bu yağın zeytinyağıyla hemen hemen aynı etkide olduğunu keşfetmişler.
Yararı çok: herşeyden evvel bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor ve  kanser önleyici etkisi var. Allerjik semptomları azaltıyor, ameliyat sonrası toparlanma sürecine yardımcı oluyor. Enerji veriyor, içerdiği Omega-3 sayesinde damarlarımızı koruyor, sindirimde yardımcı oluyor. Ödeme karşı olumlu etkisi var, saçlarımıza ve cildimizde de gözle görünür değişikliklere sebep olabiliyor. Kısacası Mısır mitolojisindeki yerini fazlasıyla hak ediyor.

Kaynak: Natursziget’ten çeviri

KURUYEMİŞ DİLİMİ



  Aslında bu kuruyemiş dilimini daha önce bir kaç defa yapmıştım ama her defasında ben daha fotoğrafını çekemeden ev halkı tarafından silip süpürüldü. Ve şimdi de fotoğraf çekmek için inanın son dilimleri zar zor kurtarabildim! Arkadaşlar, aile, bizim eve gelen giden herkes  fırının kapağını açık bulunca “bu da neymiş?” diyerek tadına bakıyor ve ne hikmetse kimse bir dilimle yetmiyorlar. Hafta sonu Pazar kahvaltısı için Elvan’a götürmek istedim ama kutuya ancak iki dilim koyabildim! Daha fazla götüremediğim için utanarak verdim, ama yapacak bir şey yok:) Bu dilimlerden doyasıya yiyebilmek için bizim evimizi ziyaret etmek gerekiyor.
Herkesi bekliyorum! Ama gelmeden - hazırlıksız yakalanmayayım diye - haber verin, lütfen!

11 Mart 2013 Pazartesi

MUZLU BALKABAĞI SUYU

 
 
Bitkilerin kıtalar arası yaptıkları yolculuklara bakınca öğrendim ki, balkabağının anavatanı Güney ve Orta Amerika’ymış. Bir rivayete göre balkabağını ilk yetiştirenler Teksaslı ve Meksikalı kızılderililermiş. Balkabağının içinde neler var diye baktığımızda %90’u su.  Kuru maddede daha potasyum, demir, mangan, fosfor, A, B, C, E, vitaminler, karotenoidler, folik asit var! Yani tüketmekte fayda varJ
Balkabağı kış aylarında mutlaka yememiz gereken sebzelerin arasında.  Unutmayın bugünlerde son hasat.

Malzemeler:

400 gr balkabağı
2 muz
1 kaşık limon suyu
1 çay kaşığı tarçın
bir tutam rendelenmiş muskat
200-300 ml su

Tarifi çok kolay; her zamanki gibi malzemeleri blenderden geçirelim, isteğe göre sulandıralım.
Süslemesini sizin hayal gücünüze bırakıyorum! Afiyet olsun!



ÇIĞ ISPANAK ÇORBASI


-->
Birkaç gün önce çocuklara zeytinyağlı ıspanak pişirirken, acaba ıspanağı çiğ olarak nasıl tüketebiliriz diye düşünmeye başladım ve aklıma bu tarif geldi; sindirimi çok kolay, kalorisi düşük, vitaminler ve antioksidanlarla dolu! Ayrıca unutmayalım, K vitamini açısından en zengin sebzemiz olan ıspanak, bu saydıklarım dışında daha pek çok mineral içeriyor.

Ispanağı pişirerek tükettiğimizde ısıya hassas olan folik asit – ki annelerin çok iyi bildiği gibi folik asit al yuvarlakların oluşumunda, amino asitlerin sentezinde ve anne karnındayken bebeğin gelişiminde çok önemli - yok oluyor. Oysa bu tarifte de olduğu gibi ıspanak ve sarımsak beraber kullanıldığında bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor.

Böyle bir karışımı bir kış akşamında yudum yudum tüketmek vücudumuz için harika bir destek. Tabii ıspanağın tadını almak ve gereğinden fazla kullanılan kimyasaldan uzak durmak istiyorsak her zaman olduğu gibi organik pazarından alış veriş yapmanızı öneririm.



Malzemeleri:

350 gr ıspanak

3 diş sarımsak

80 gr kaju

maydanoz

bir tutam tuz

isteğe göre karabiber

200 ml su



İlk önce malzemeleri az suyla blenderden geçirelim, kalan suyu, karışımımız tamamen homojen olduktan sonra ekleyelim. Unutmayalım; kaju ve sarımsağın tamamen parçalanması için öncelikle bu işi az miktarda suyla yapmak gerekiyor. Eğer isterseniz üzerine soya filizi serpebiliriz. Afiyet olsun!

5 Mart 2013 Salı

SOĞUK PANCAR ÇORBASI


YA DA RENK MUCİZESİ

Çiğ çorbalar aslında yoğun sebze ve meye suyu içerirler. Aslında herhangi bir meyve suyunu tabağa döker ve kaşıkla içersek buna rahatlıkla çorba diyebiliriz. Böylece bir kaç dakika içinde çok sağlıklı bir öğün hazırlayabiliriz.

Malzemeler

250 gr. Pancar
Küçük bir parça zencefil
1 Diş sarımsak ve bir tutam tuz
Bir tutam öğütülmüş defne yaprağı
1 Kaşık bal
1 Kaşık limon suyu
1 Kaşık soğuk preslenmiş yağ
400 ml. Filtrelenmiş su


50 gr. Havuç
50 gr. Kereviz sapı
30 gr. Karışık kuruyemiş ( ceviz, badem veya kaju olabilir )


Birinci paragrafta yazan malzemeleri mikserde pürüzsüz bir hale gelene kadar çırpalım. Sonra istediğimiz kıvama gelene kadar su ekleyelim, içine dilimlenmiş havuç, kereviz sapı ve tercih ettiğimiz kuruyemiş/leri ekleyelim. Ve son olarak da en düşük ayarda birkaç saniye daha çırpalım ve bu süreye dikkat edelim ki, sebzeler sadece biraz ufalansınlar.

Çorbamız hazır!

1 Mart 2013 Cuma

Çiğ Karabuğday Ununun Hazırlanması




Karabuğday ununu öncelikle kurutulmuş tatlılarımızın ana malzemesi olarak kullanıyoruz. Meyve pestillerini hazırlarken içine karabuğday unu kattığımızda kıvamının daha katılaştığını görüyoruz. Ama zamanda  kara buğday ununu krakerlere, pudinglere ve meyve , sebze sularına koyabiliriz.
Böylece karışımlarımızın yoğunluğunu arttırabiliriz. Demek ki kara buğday ununu çok amaçlı kullanabiliriz. Ve bir çok yerde kullanabiliriz.

Malzemeler

250 gr. Karabuğday

Karabuğdayı 60 dakika suda bekletiyoruz. Ama şiştiğinde hacmi değişeceği için geniş bir kap tercih edelim.

Su da bekleme süresi bittikten sonra üzerindeki yapışkan sıvının temizlenebilmesi için bir kaç defa bol suyla yıkayalım.

Sonraki aşamada 24 saat boyunca nemli halde filizlenmeye bırakalım.

Filizlenirken de yapışkan tabaka tekrar oluşacaktır. Bu durumda da bir kaç defa yıkayarak, filizlenmenin kolayca gerçekleşmesine yardımcı oluyoruz.

24 Saatten sonra filizlenen tohumlar  çiğ olarak tüketilmeye hazır hale gelir.


Kurutmak istersek de 45 dereceye ayarlanmış bir fırına, tepsiye yayarak kurutalım. Her tarafının  aynı derecede kuruması için zaman zaman ters yüz edelim ve tepsiye iyice yayalım. Neminden arınması ve iyi kuruması çok önemli. Çünkü azıcık bile nemli kalsa kolayca çürüyebilir.

Bu şekilde hazırladığımız filizlendirilmiş karabuğdayı kraker ve müslilerde kullanabiliriz. Mikserde öğütürsek de yukarıda anlattığımız şekilde kullanabiliriz. Uzun süre saklamak için kapaklı bir kavanoza koyarak serin bir yerde koruyabiliriz.

Ev Yapımı Çıtır Müsli



Geçen ay Budapeşte’ye gittik ve nihayet bizim bloğumuzda verdiğimiz çiğ tariflerin ‘şefiyle’ yani Gitta ile görüşme fırsatım oldu. Çok heyecanlandım, acaba onun vereceği workshopla konuya daha fazla mı ilgi duyacaktım? Yoksa malzemeler ve kullanılacak araç gereçlerden dolayı bu işten tamamen  cayacak mıydım? Sonuç olarak yaptığımız ve tadına baktığımız çiğ yemekler ve tatlılar o kadar güzel, doyurucu ve yapılması kolaydı ki, ben bu işe daha fazla bulaşacağımı anladım. Tek uğraştıran şey bu tür yemeklerin ön hazırlığının biraz zaman alması. Bu da gerçek bir sıkıntı sayılmaz çünkü İstanbul’da zaten bol bol kuruyemiş, kurutulmuş meyve mevcut. Taze sebzelerimizi ve meyvelerimizi de organik pazarlardan kolaylıkla satın alabildiğimize göre sorun yok.
Tariflerde kullanılan tohumların  satış kaynağı da zaman içinde talep arttıkça çoğalacaktır, bundan eminim.

Bu tarifi de pestil gibi fırında yada sebze meyve kurutma makinesinde hazırlayabiliriz.

2 tepsi için gereken malzemeler:

150 gr. yulaf ezmesi
200 gr. kabaca öğütülmüş kuruyemiş (ceviz, kaju, badem, kabak çekirdeği, ayçiçeği çekirdeği) 
200 gr. kurutulmuş meyve (üzüm, erik, kayısı, yaban mersini)
150 gr. filizlendirilmiş tohum (kara buğday, quinoa (İnkaların kutsal tohumu)
150 gr. taze rendelenmiş meyve
2-3 yemek kaşığı bal
1 yemek kaşığı yağ
tarçın, vanilya, karanfil, portakal yada limon kabuğu (isteğe göre değişir)

Tohumları birkaç üzerlerini örtecek kadar su içinde bekletip, sonrasında filizlendirelim.  Unutmayalım, filizlenme süresi 24 saat.

Kuruyemişleri ( kaju hariç ) suda bekletelim ki içinde bulunan enzimleri de aktive eden maddeler çözülmesine yardımcı olalım ve yemeklerimizin hazmı daha kolay olsun. Yulaf ezmesini 30 dakika suda beklettikten sonra bol suyla yıkayarak süzgeçte iyice süzelim. Kuru meyveleri yıkayarak büyük olanları daha küçük parçalar halinde doğrayalım. Taze meyveleri de rendeleyerek bütün malzemeleri bal ve baharatlarla büyük bir kapta iyice karıştıralım. Baharatın ve balın eşit şekilde yayılmasına ve iyice karışmasına dikkat edelim. Pişirme kağıdını iki tepsiye serelim ve üzerine de hazırladığımız karışımı dikkatlice yayalım.

Fırında kurutmak isterseniz bir saat boyunca 60 derecede kurutuyoruz. Böylece karışım içindeki nem iyice çıkmış oluyor.

Sonra fırını 45 dereceye ayarlayıp karışım tamamen kuruyana kadar  kurutmaya devam edelim. Unutmayın bu arada fırının kapağı bir santim açık! Bu sırada da karışımımızı ara sıra ters yüz edelim. Böylece alttaki nemli kısımla, üst taraftaki kuru bölüm yer değiştirsin.



Kaynak: Lenárt Gitta Élő Ételek Könyve

Organik ürünler bir moda değil, gereklilik!





Soğuk bir çarşamba sabahı kar yağdığı için çocuklar evde. Kar tatili!  Çocukların evde olmaları rutinlerimizi değiştirmiyor; Çarşamba, bizim sebze-meyve alış-verişi günümüz yani organik pazar zamanımız. Bir elime en az bir minik el, öbür elime de pazar arabamı alıp yola koyuluyorum. (Kızlarımın dediğine göre bu yaşlı ninelere yakışır bir durum, ama bunu arabayı kullanmak zorundayım, çünkü bir hafta için o kadar fazla şeye ihtiyacımız oluyor ki, torbalara doldurup taşımam mümkün değil!)

Türkiye’de iyiyi alışmak çok kolay, bu pazar meselesi de benim için öyle; vaktim varsa ürünleri rahat rahat kendim seçiyorum ama zamanla yarışmam gereken bir günse ‘organikçi Erol Bey’i arayıp ne almak istediğimi söylüyorum ve  ihtiyacım olan her şeyi bir kasaya doldurarak hazırlıyorlar. Özgürlük Parkı’na gittiğimde paketim hazır halde beni bekliyor. Üstelik organik pazar sadece sebze ve meyveleriyle değil, satıcılarıyla da insanı cezbediyor. Çünkü iki çocukla gittiğinizde mis gibi kokan domatesi, salatalığı tadına vararak seçin diye pazarcılar çocuğunuzu alıp oynamaya götürüyorlar.  Hatta bu samimi ortam bazen o kadar şaşırtıyor ki, siz sebze-meyve alışverişinizi bitirip, sabırsız  oyunun ne zaman biteceğini sormaya başlıyorsunuz!

Bu arada biraz ürünlerden de bahsedeyim; mesela öncelikle en çok merak edilen soruyu soralım: neden organik sebze ve meyve almalıyız?

Biz şehirde yaşayan insanlar alış-veriş sırasında gerçekten çok dikkatli olmalıyız, ‘doğal’, ‘100% dana eti’ gibi sıfatlarla satılan ürünler aslında sıradan bir  süpermarketin raflarında bulunan yemeklerden çok da farkı olmayabilir. İlk bakışta tek fark fiyatlarında görülüyor. Çünkü bu ‘sağlıklı’ yiyecekler kesinlikle daha pahalı.  “Doğal” kelimesiyle paketlenmiş ama aslında tamamen yeni bir tüketim çılgınlığını destekleyen çorbalardan, şekerlerden, pastalardan, kurabiyelerden, cipslerden, dondurmalardan kesinlikle uzak durmalıyız. Malzemelerini ve takviyelerini her seferinde inceleyelim lütfen. Katkı maddesi, koruyucu içeriyorlar mı acaba? Bu katkı maddeleri ve koruyucuları vücudumuza kabul ederek nasıl riskler alıyoruz?

Tekrar organik ürünlere dönersek, bu ürünler suni gübreler ve çeşitli tarım ilaçları kullanmadan yetiştiriliyorlar. Üretim dışında, paketleme, taşıma ve depolanmaları sırasında kimyasallar, katkı maddeleri ve koruyucular kullanılmıyor ve aynı şekilde radyoaktif işlem görmemiş.

İşin az bilinen hikayesine değinirsek, merak edip araştırdım ve bakın neler öğrendim: 1940’lı yıllara kadar tarımda kimyasallara yer verilmemiş. Yani dedelerimizin yedikleri yiyecekler tam anlamıyla organikti. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nda düşmanı etkisiz hale getirebilmek için kullanılan tonlarca kimyasal madde savaş bittikten sonra depolarda kalınca sorun olmuş. Zamanla sadece yer kaplayan ve işe yaramayan bu kimyasallar için depo vergisi bile alınıyormuş. Böylece bu başa bela olan kimyasallar tarımda  böceklere ve zararlı otlara karşı kullanmaya başlamışlar.
Başlangıçtaki verimlilik fark edilince dünyanın her yerinde tarım ilaçları ve suni gübrelerin kullanımında katlanarak büyümeye başlamış ve en çok kullananların başında da Amerika yer almış. Veeee bu başlangıçta başa bela olan kimyasalların kahramanlığında çok fazla kar getiren bir tarım anlayışı doğmuş. Bu maddelerin içinde büyümeye yardımcı olan, mantarlara karşı etkili olan ilaçlar da varmış.  O yıllarda tarım ürünlerinin yetiştirilmesinde  bazen yaklaşık 14 farklı ilaç kullanmışlar.

O yıllarda kullanılan ilaçlar sadece böceklerin, mantarların ve zararlı otların yok olmasına yardım etmekle kalmayıp, toprağın kimyasal dengesini de bozmuş ve zamanla ürünlerin kalitesinde düşüş görülmeye başlamış. Bugünlerde zararlı böcekler çok daha dirençliler ve kullanılan kimyasal tarım ilaçları sadece zararlı olanları değil, bitkinin ihtiyacı olan yararlı yaratıkları da yok ediyorlar.  Bu ilaçların kullanımlarının kısıtlamasının  zararlı böceklerin sayısını azaltacağı konusunda tarımla ilgilenen bilim adamları aynı fikirdeler.

Bu tür ilaçlar yiyeceklerin besin değerini çok kötü yönde etkiliyor. Elli sene önce Kansas’ta yetişen buğdayın protein değeri %14 iken, bugünlerde oran %8’e kadar düşmüş durumda. Yani buğday ilk kez protein değerinden bu kadar kaybetmiş durumda! Başka bir örnek: yapılan araştırmalara göre organik bir elmanın içinde normal elmaya göre %300 daha fazla C vitamin ve %61 daha fazla kalsiyum bulunuyor!

Şimdilerde yetişen meyve ve sebzelerin besin değeri geçmiş yıllara göre daha düşük, üstelik bununla kalsa iyi, sağlığımıza da zarar veriyorlar!  Yapılan bir araştırma insanın kan dolaşımında yaklaşık 500 yabancı/sentetik kimyasal madde saptamış.  Bu hiç şaşırtıcı değil, çünkü bir Amerikalının bir sene içerisinde yemekle beraber tükettiği kimyasal maddelerin toplamı yaklaşık  bir kilo civarında!

Kanserin ve yediğimiz yemeklerin içerdiği kimyasal maddelerin ilişkisini bir çok ülkede araştırılıyor. İnternette bu konuyla ilişkin bir çok çalışma bulabilirsiniz.

1995’te ne hazindir ki yine Amerika’da yapılmış bir araştırmanın  dediğine göre kesinlikle organik yemeklerle beslenmemiz gerekiyor. Bakanlık 1993’te 7328 tane taze elma, muz, brokoli, kereviz, havuç, yeşil fasulye, greyfurt, üzüm, salata, portakal, kayısı, ve patates incelemiş. Bütün meyve ve sebzeleri soymuşlar. Araştırmacılar toplamda 10239 böcek ilacı kalıntısı bulmuşlar, yani bazı ürünlerde birden daha fazla! En fazla kalıntı da en popüler meyvemizde olan elmadaymış. 654 adet elmanın %97 inde ilaç kalıntısı varmış. İkinci sırada kereviz %93, onu takip eden kayısı %91 oranıyla üçüncü sırada! Portakal ve patates %79, üzüm %75 vesaire vesaire. En düşük oran % 25 ile brokoliymiş
Çevre koruma Bakanlığı  bu değerleri sağlığa zararsız seviyede olduklarını söylemiş, ancak bana sorarsanız bir anne olarak içim hiç rahat değil….

Siz bu sonuçlarla rahat edebildiniz mi? 

Kaynak: Brian R. Clement - Theresa Foy DiGeronimo Living Foods For Optimum Health