1 Mart 2013 Cuma

Organik ürünler bir moda değil, gereklilik!





Soğuk bir çarşamba sabahı kar yağdığı için çocuklar evde. Kar tatili!  Çocukların evde olmaları rutinlerimizi değiştirmiyor; Çarşamba, bizim sebze-meyve alış-verişi günümüz yani organik pazar zamanımız. Bir elime en az bir minik el, öbür elime de pazar arabamı alıp yola koyuluyorum. (Kızlarımın dediğine göre bu yaşlı ninelere yakışır bir durum, ama bunu arabayı kullanmak zorundayım, çünkü bir hafta için o kadar fazla şeye ihtiyacımız oluyor ki, torbalara doldurup taşımam mümkün değil!)

Türkiye’de iyiyi alışmak çok kolay, bu pazar meselesi de benim için öyle; vaktim varsa ürünleri rahat rahat kendim seçiyorum ama zamanla yarışmam gereken bir günse ‘organikçi Erol Bey’i arayıp ne almak istediğimi söylüyorum ve  ihtiyacım olan her şeyi bir kasaya doldurarak hazırlıyorlar. Özgürlük Parkı’na gittiğimde paketim hazır halde beni bekliyor. Üstelik organik pazar sadece sebze ve meyveleriyle değil, satıcılarıyla da insanı cezbediyor. Çünkü iki çocukla gittiğinizde mis gibi kokan domatesi, salatalığı tadına vararak seçin diye pazarcılar çocuğunuzu alıp oynamaya götürüyorlar.  Hatta bu samimi ortam bazen o kadar şaşırtıyor ki, siz sebze-meyve alışverişinizi bitirip, sabırsız  oyunun ne zaman biteceğini sormaya başlıyorsunuz!

Bu arada biraz ürünlerden de bahsedeyim; mesela öncelikle en çok merak edilen soruyu soralım: neden organik sebze ve meyve almalıyız?

Biz şehirde yaşayan insanlar alış-veriş sırasında gerçekten çok dikkatli olmalıyız, ‘doğal’, ‘100% dana eti’ gibi sıfatlarla satılan ürünler aslında sıradan bir  süpermarketin raflarında bulunan yemeklerden çok da farkı olmayabilir. İlk bakışta tek fark fiyatlarında görülüyor. Çünkü bu ‘sağlıklı’ yiyecekler kesinlikle daha pahalı.  “Doğal” kelimesiyle paketlenmiş ama aslında tamamen yeni bir tüketim çılgınlığını destekleyen çorbalardan, şekerlerden, pastalardan, kurabiyelerden, cipslerden, dondurmalardan kesinlikle uzak durmalıyız. Malzemelerini ve takviyelerini her seferinde inceleyelim lütfen. Katkı maddesi, koruyucu içeriyorlar mı acaba? Bu katkı maddeleri ve koruyucuları vücudumuza kabul ederek nasıl riskler alıyoruz?

Tekrar organik ürünlere dönersek, bu ürünler suni gübreler ve çeşitli tarım ilaçları kullanmadan yetiştiriliyorlar. Üretim dışında, paketleme, taşıma ve depolanmaları sırasında kimyasallar, katkı maddeleri ve koruyucular kullanılmıyor ve aynı şekilde radyoaktif işlem görmemiş.

İşin az bilinen hikayesine değinirsek, merak edip araştırdım ve bakın neler öğrendim: 1940’lı yıllara kadar tarımda kimyasallara yer verilmemiş. Yani dedelerimizin yedikleri yiyecekler tam anlamıyla organikti. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nda düşmanı etkisiz hale getirebilmek için kullanılan tonlarca kimyasal madde savaş bittikten sonra depolarda kalınca sorun olmuş. Zamanla sadece yer kaplayan ve işe yaramayan bu kimyasallar için depo vergisi bile alınıyormuş. Böylece bu başa bela olan kimyasallar tarımda  böceklere ve zararlı otlara karşı kullanmaya başlamışlar.
Başlangıçtaki verimlilik fark edilince dünyanın her yerinde tarım ilaçları ve suni gübrelerin kullanımında katlanarak büyümeye başlamış ve en çok kullananların başında da Amerika yer almış. Veeee bu başlangıçta başa bela olan kimyasalların kahramanlığında çok fazla kar getiren bir tarım anlayışı doğmuş. Bu maddelerin içinde büyümeye yardımcı olan, mantarlara karşı etkili olan ilaçlar da varmış.  O yıllarda tarım ürünlerinin yetiştirilmesinde  bazen yaklaşık 14 farklı ilaç kullanmışlar.

O yıllarda kullanılan ilaçlar sadece böceklerin, mantarların ve zararlı otların yok olmasına yardım etmekle kalmayıp, toprağın kimyasal dengesini de bozmuş ve zamanla ürünlerin kalitesinde düşüş görülmeye başlamış. Bugünlerde zararlı böcekler çok daha dirençliler ve kullanılan kimyasal tarım ilaçları sadece zararlı olanları değil, bitkinin ihtiyacı olan yararlı yaratıkları da yok ediyorlar.  Bu ilaçların kullanımlarının kısıtlamasının  zararlı böceklerin sayısını azaltacağı konusunda tarımla ilgilenen bilim adamları aynı fikirdeler.

Bu tür ilaçlar yiyeceklerin besin değerini çok kötü yönde etkiliyor. Elli sene önce Kansas’ta yetişen buğdayın protein değeri %14 iken, bugünlerde oran %8’e kadar düşmüş durumda. Yani buğday ilk kez protein değerinden bu kadar kaybetmiş durumda! Başka bir örnek: yapılan araştırmalara göre organik bir elmanın içinde normal elmaya göre %300 daha fazla C vitamin ve %61 daha fazla kalsiyum bulunuyor!

Şimdilerde yetişen meyve ve sebzelerin besin değeri geçmiş yıllara göre daha düşük, üstelik bununla kalsa iyi, sağlığımıza da zarar veriyorlar!  Yapılan bir araştırma insanın kan dolaşımında yaklaşık 500 yabancı/sentetik kimyasal madde saptamış.  Bu hiç şaşırtıcı değil, çünkü bir Amerikalının bir sene içerisinde yemekle beraber tükettiği kimyasal maddelerin toplamı yaklaşık  bir kilo civarında!

Kanserin ve yediğimiz yemeklerin içerdiği kimyasal maddelerin ilişkisini bir çok ülkede araştırılıyor. İnternette bu konuyla ilişkin bir çok çalışma bulabilirsiniz.

1995’te ne hazindir ki yine Amerika’da yapılmış bir araştırmanın  dediğine göre kesinlikle organik yemeklerle beslenmemiz gerekiyor. Bakanlık 1993’te 7328 tane taze elma, muz, brokoli, kereviz, havuç, yeşil fasulye, greyfurt, üzüm, salata, portakal, kayısı, ve patates incelemiş. Bütün meyve ve sebzeleri soymuşlar. Araştırmacılar toplamda 10239 böcek ilacı kalıntısı bulmuşlar, yani bazı ürünlerde birden daha fazla! En fazla kalıntı da en popüler meyvemizde olan elmadaymış. 654 adet elmanın %97 inde ilaç kalıntısı varmış. İkinci sırada kereviz %93, onu takip eden kayısı %91 oranıyla üçüncü sırada! Portakal ve patates %79, üzüm %75 vesaire vesaire. En düşük oran % 25 ile brokoliymiş
Çevre koruma Bakanlığı  bu değerleri sağlığa zararsız seviyede olduklarını söylemiş, ancak bana sorarsanız bir anne olarak içim hiç rahat değil….

Siz bu sonuçlarla rahat edebildiniz mi? 

Kaynak: Brian R. Clement - Theresa Foy DiGeronimo Living Foods For Optimum Health

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder