Soğuk bir çarşamba sabahı kar yağdığı için çocuklar evde. Kar tatili! Çocukların evde olmaları rutinlerimizi
değiştirmiyor; Çarşamba, bizim sebze-meyve alış-verişi günümüz yani organik pazar
zamanımız. Bir elime en az bir minik el, öbür elime de pazar arabamı alıp yola
koyuluyorum. (Kızlarımın dediğine göre bu yaşlı ninelere yakışır bir durum, ama
bunu arabayı kullanmak zorundayım, çünkü bir hafta için o kadar fazla şeye
ihtiyacımız oluyor ki, torbalara doldurup taşımam mümkün değil!)
Türkiye’de iyiyi alışmak çok kolay, bu pazar meselesi de benim için öyle;
vaktim varsa ürünleri rahat rahat kendim seçiyorum ama zamanla yarışmam gereken
bir günse ‘organikçi Erol Bey’i arayıp ne almak istediğimi söylüyorum ve ihtiyacım olan her şeyi bir kasaya doldurarak hazırlıyorlar.
Özgürlük Parkı’na gittiğimde paketim hazır halde beni bekliyor. Üstelik organik
pazar sadece sebze ve meyveleriyle değil, satıcılarıyla da insanı cezbediyor.
Çünkü iki çocukla gittiğinizde mis gibi kokan domatesi, salatalığı tadına
vararak seçin diye pazarcılar çocuğunuzu alıp oynamaya götürüyorlar. Hatta bu samimi ortam bazen o kadar şaşırtıyor
ki, siz sebze-meyve alışverişinizi bitirip, sabırsız oyunun ne zaman biteceğini sormaya
başlıyorsunuz!
Bu arada biraz ürünlerden de bahsedeyim; mesela öncelikle en çok merak
edilen soruyu soralım: neden organik
sebze ve meyve almalıyız?
Biz şehirde yaşayan insanlar alış-veriş sırasında gerçekten çok
dikkatli olmalıyız, ‘doğal’, ‘100% dana eti’ gibi sıfatlarla satılan ürünler
aslında sıradan bir süpermarketin
raflarında bulunan yemeklerden çok da farkı olmayabilir. İlk bakışta tek fark
fiyatlarında görülüyor. Çünkü bu ‘sağlıklı’ yiyecekler kesinlikle daha
pahalı. “Doğal” kelimesiyle paketlenmiş ama
aslında tamamen yeni bir tüketim çılgınlığını destekleyen çorbalardan,
şekerlerden, pastalardan, kurabiyelerden, cipslerden, dondurmalardan kesinlikle
uzak durmalıyız. Malzemelerini ve takviyelerini her seferinde inceleyelim
lütfen. Katkı maddesi, koruyucu içeriyorlar mı acaba? Bu katkı maddeleri ve
koruyucuları vücudumuza kabul ederek nasıl riskler alıyoruz?
Tekrar organik ürünlere dönersek, bu ürünler suni gübreler ve çeşitli tarım
ilaçları kullanmadan yetiştiriliyorlar. Üretim dışında, paketleme, taşıma ve
depolanmaları sırasında kimyasallar, katkı maddeleri ve koruyucular kullanılmıyor
ve aynı şekilde radyoaktif işlem görmemiş.
İşin az bilinen hikayesine değinirsek, merak edip araştırdım ve bakın
neler öğrendim: 1940’lı yıllara kadar tarımda kimyasallara yer verilmemiş. Yani
dedelerimizin yedikleri yiyecekler tam anlamıyla organikti. Fakat İkinci Dünya
Savaşı’nda düşmanı etkisiz hale getirebilmek için kullanılan tonlarca kimyasal
madde savaş bittikten sonra depolarda kalınca sorun olmuş. Zamanla sadece yer
kaplayan ve işe yaramayan bu kimyasallar için depo vergisi bile alınıyormuş. Böylece
bu başa bela olan kimyasallar tarımda böceklere ve zararlı otlara karşı kullanmaya
başlamışlar.
Başlangıçtaki verimlilik fark edilince dünyanın her yerinde tarım
ilaçları ve suni gübrelerin kullanımında katlanarak büyümeye başlamış ve en çok
kullananların başında da Amerika yer almış. Veeee bu başlangıçta başa bela olan
kimyasalların kahramanlığında çok fazla kar getiren bir tarım anlayışı doğmuş.
Bu maddelerin içinde büyümeye yardımcı olan, mantarlara karşı etkili olan
ilaçlar da varmış. O yıllarda tarım
ürünlerinin yetiştirilmesinde bazen
yaklaşık 14 farklı ilaç kullanmışlar.
O yıllarda kullanılan ilaçlar sadece böceklerin, mantarların ve zararlı
otların yok olmasına yardım etmekle kalmayıp, toprağın kimyasal dengesini de bozmuş
ve zamanla ürünlerin kalitesinde düşüş görülmeye başlamış. Bugünlerde zararlı
böcekler çok daha dirençliler ve kullanılan kimyasal tarım ilaçları sadece
zararlı olanları değil, bitkinin ihtiyacı olan yararlı yaratıkları da yok
ediyorlar. Bu ilaçların kullanımlarının
kısıtlamasının zararlı böceklerin sayısını
azaltacağı konusunda tarımla ilgilenen bilim adamları aynı fikirdeler.
Bu tür ilaçlar yiyeceklerin besin değerini çok kötü yönde etkiliyor.
Elli sene önce Kansas’ta yetişen buğdayın protein değeri %14 iken, bugünlerde oran
%8’e kadar düşmüş durumda. Yani buğday ilk kez protein değerinden bu kadar
kaybetmiş durumda! Başka bir örnek: yapılan araştırmalara göre organik bir elmanın
içinde normal elmaya göre %300 daha fazla C vitamin ve %61 daha fazla kalsiyum bulunuyor!
Şimdilerde yetişen meyve ve sebzelerin besin değeri geçmiş yıllara göre
daha düşük, üstelik bununla kalsa iyi, sağlığımıza da zarar veriyorlar! Yapılan bir araştırma
insanın kan dolaşımında yaklaşık 500 yabancı/sentetik kimyasal madde saptamış. Bu hiç şaşırtıcı değil, çünkü bir
Amerikalının bir sene içerisinde yemekle beraber tükettiği kimyasal maddelerin
toplamı yaklaşık bir kilo civarında!
Kanserin ve yediğimiz yemeklerin içerdiği kimyasal maddelerin
ilişkisini bir çok ülkede araştırılıyor. İnternette bu konuyla ilişkin bir çok çalışma
bulabilirsiniz.
1995’te ne hazindir ki yine Amerika’da yapılmış bir araştırmanın dediğine göre kesinlikle organik yemeklerle
beslenmemiz gerekiyor. Bakanlık 1993’te 7328 tane taze elma, muz, brokoli,
kereviz, havuç, yeşil fasulye, greyfurt, üzüm, salata, portakal, kayısı, ve
patates incelemiş. Bütün meyve ve sebzeleri soymuşlar. Araştırmacılar toplamda 10239
böcek ilacı kalıntısı bulmuşlar, yani bazı ürünlerde birden daha fazla! En
fazla kalıntı da en popüler meyvemizde olan elmadaymış. 654 adet elmanın %97 inde
ilaç kalıntısı varmış. İkinci sırada kereviz %93, onu takip eden kayısı %91
oranıyla üçüncü sırada! Portakal ve patates %79, üzüm %75 vesaire vesaire. En
düşük oran % 25 ile brokoliymiş
Çevre koruma Bakanlığı bu
değerleri sağlığa zararsız seviyede olduklarını söylemiş, ancak bana sorarsanız
bir anne olarak içim hiç rahat değil….
Siz bu sonuçlarla rahat edebildiniz mi?
Kaynak: Brian R. Clement - Theresa Foy DiGeronimo Living Foods For Optimum Health
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder